28 Aralık 2018 Cuma

LVİV

Tekne limanda güvendedir. Ama teknenin amacı bu değildir.  
                                                               (Paulo Coelho)

Henüz tekneyi bağlayacak en doğru limanı bulmadığımıza göre, o limanı aramakta tereddüt etmeye gerek olmadığını düşünüyorum.

2018 yılı yazında rotamı son dönemin popüler gezi noktası haline gelen Ukrayna'ya çevirmeye karar verdim.Ukrayna'ya giriş için vize almak zorunluluğu yok, hatta çipli kimlikle bile ülkeye giriş yapılabiliyor.Ekonomik anlamda da hala bize kıyasla ucuz olan nadir ülkelerden biri olduğu için yoğun bir şekilde talep gördüğünü belirtmek isterim.


İstanbul Atatürk Havalimanın'dan 2 saatlik uçuşla saat 22.00 gibi Ukrayna'nın Polonya sınırına çok yakın noktada bulunan Lviv kentine ulaştım.Lviv'e iner inmez, görevliler benimle birlikte seyahat eden tüm Türk yolcuları havalimanında ayrı bir köşeye aldılar.Herkesin tek tek uçak biletlerini ve otel rezervasyonlarını ayak üstü kontrol ettikten sonra sırayla herkesi bir odaya alıp, görüşme yapmaya başladılar.Ne kadar süre burada kalacaksınız, dönüş biletiniz var mı, yanınızda ne kadar para var, Ukrayna'da nerede konaklayacaksınız sorularını sordular.Ayrıca yanımdaki parayı kameraya göstermemi istediler.Sorulara yanıt verdikten sonrada gayet nazik bir şekilde teşekkür edip, pasaport kontrolüne yönlendirdiler.

Açıkçası böyle bir durum ile karşılaşacağımı tahmin ettiğim için tüm seyahat belgelerimi ve otel rezervasyonlarımı daha önceden hazırlamıştım.Yapılan uygulamayı gereksiz iç gıcıklayıcı buldum, özellikle odaya tek tek alınmak için sırada beklerken pasaport polisinin elinde bir köpekle yanımızda dolaşıyor olmasını bir turist olarak çok yadırgadım.Pek çok kez yapmış olduğum yurt dışı seyahatlerimde ilk defa böyle bir uygulamaya şahit oldum.Ukrayna, Türk turistlere ülkeye çipli kimlik ile giriş kolaylığı sağlamakta ve Türk turistten de ciddi bir gelir elde etmektedir.Bizlerden ciddi bir turizm geliri elde ederken herşey iyi hoşta, ülkeye girişte Türk vatandaşlarına 3. sınıf dünya ülkesi vatandaşı muamelesi yapılması saçma bir çelişkiden başka bir şey değil.Ukrayna'ya ziyaret edeceklere tavsiyem, uçak biletlerini ve otel rezervasyonlarını pasaport kontrolü esnasında yanlarında  hazır etmeleri.


Ukrayna da kesinlikle yoldan çevirdiğiniz rastgele bir taksiyi kullanmayın, cep telefonunuza UBER uygulamasını indirin ve bu sayede taksilerden faydalanın, UBER hem güveli hem de çok daha ucuz.İnternet bağlantısına şehrin pek çok noktasından ulaşabiliyorsunuz.

Sadece 2 gün kaldığım Lviv, Ukrayna'nın genel havasından çok farklı bir şehir.Daha çok Orta Avrupa kentlerini andıran bir tarza sahip, ilk bakışta bende Prag'ın  minyatürü havasını uyandırdı.

Lviv de eski şehrin bulunduğu alan ve ana meydanı oluşturan Rynok Square kentin kalbini oluşturmakta.Rynok meydanına açılan parke taşlı dar sokaklar ve sokak üzerindeki taş mimari heyecan verici.



Lviv de konakladığım apartı booking.com sitesinden buldum, şehrin en merkezi noktası olan Rynok meydanında olan apartımın gecelik konaklaması kişi başı 65 TL tutarında gayet hesaplı bir rakamdı ve hem temiz hem de konforluydu.


Rynok meydanında bulunan BEER THEATRE, şimdiye kadar görmüş olduğum en ilginç bar konseptine sahip yapı, depodan bozma geniş bir alanda her tür biranın satışının yapıldığı, adeta bir bira süpermarketi şeklinde sıra sıra rafların dizilmiş olduğu farklı ve sıcak bir kafe bar.İçerisinde vakit geçirmenizi tavsiye ederim.





Rynok meydanı boyunca müzik yapan sokak sanatçıları, yan yana kafeler, barlar, restoranlar, satış tezgahları ve kahve dükkanları yerlerini alıyor.Lviv'de Ukrayna dili duyar mıyım diye hiç kasmayın, nasıl olsa her yerde Türkçe'yi bol bol duyacaksınız.Yalnız değilsiniz, bütün ülkem insanı sizle birlikte Lviv'de :) 

Şehirde Gece geç saatlere kadar sokak sanatçılarının performansları devam ediyor. Lviv de yemek yemek için pek çok alternatif var, fiyatlar da gayet uygun olduğu için rahatlıkla istediğiniz her şeyi deneyebilirsiniz.

Lviv, 800 bin nüfusa sahip, eski şehir ve meydanı ve meydana açılan sokaklardan oluşan küçük bir şehir, pek çok noktaya rahatlıkla yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Rynok meydanında tüm Lviv'i yüksekten görmenizi sağlayan Belediye Binası ve kule bulunmakta, başlangıçta bu kule ne kadar yüksek olabilirki tereddütüne rağmen beklentiyi fazlasıyla karşılıyor.Şöyle ifade edeyim, ilk 4 kat için asansörü kullandıktan sonra, devamında gayet dik olan yaklaşık 300 merdivenden oluşan kuleye çıkıyorsunuz.Hiç bitmeyecek hissi veren dik merdivenlerden sonra karşınızda nefis bir Lviv manzarası sizi bekliyor.Kuleye çıkış ücreti 15 TL tutarında bir fiyata karşılık geliyor.Kule çıkmadan Lviv tatilinizi tamamlamayın.


Rynok meydanına 10 dakika yürüme mesafesinde bulunan Potocki Sarayı, küçük bir saray olmakla birlikte mimari tarzı ile görülesi bir yer, içerisi geçmiş ve günümüz Ukrayna sanat eserleri, mobilyalar, aynalarla, silahlarla, fotoğraflarla kaplı.Saraya şemsiyelerle süslü caddeden geçerek ulaşıyorsunuz.

Lviv merkezde, pek çok yerel tur organizasyonları yapılmakta, kentin yakın çevresini görmek isteyenlere çok uygun fiyatlarla turlar mevcut.Bu turlardan birinden faydalanmak suretiyle Kentin dünyaca ünlü Lychakiv mezarlığını, Televizyon kulesini ve St. George Katedralini gezme fırsatına sahip olduk.Tur otobüsünün tamamı Lviv'i gezmeye gelmiş Ukraynalılardan oluşmaktaydı, koca tur otobüsünde tek Türk ben ve yol arkadaşımdı.Kısa gezimiz boyunca da sınırlı sayıda İngilizce tercümeler hariç, Ukraynaca konuşulduğu için ucuz ama değişik bir yerel tura dahil olmuş olduk. 


Lychakiv mezarlığı, Ukraynayı sanat, spor, tarih alanında temsil etmiş önemli kişilerin mezarlarının olduğu ilginç bir mezarlık.Toplamda 400 bine yakın mezar bulunmakta ve mezarların her biri  farklı tarzda birer sanat eseri gibi inşa edilmiş.Mezarlıktan ziyade açık hava sanat müzesinde geziyormuş hissi ile dolaşıyorsunuz.


St.George Katedrali, altın kaplamalı süslemelerin, ikonaların, haçların olduğu görsel anlamda etkileyici bir yapı.


High Caste ise, Lviv'e yaklaşık 3 km mesafede bulunan ve tüm kenti 360 derece panaromik görmenizi sağlayan bir tepe.Hemen yanında televizyon kulesi bulunmakta ve turistlere kente dair harika görsel görüntüler sunmakta.

Lviv'de, tüm içecekleri gayet ucuz fiyatlara içebilirsiniz.Kaldığım apartın hemen yanında bulunan küçük bir barda Ukrayna'nın meşhur içkilerinden olduğu söylenen Vişne Likörünün tadına bakma fırsatına sahip oldum.Vişne taneleri ile servis edilen hafif ve içimi keyifli bir likördü.

Lviv, akşamları eski binaların, dar sokakların ışıklandırmaları ile farklı bir güzelliğe bürünen şirin bir kent.Hiç süphesiz, Lviv merkezde bulunan opera binası gece görselliği ile en etkileyici olanı.


Gece hayatı anlamında kendi has bir şehir burası, kafe barların büyük bir çoğunluğu 24.00 den sonra kapanmakla birlikte, gece kulüplerinde geç saatlere kadar eğlence devam etmekte.Ayrıca çok geç saatlere kadar sokak performansı sergileyenler müzik yapmaya devam ediyorlar.

Türk turist olmamız nedeniyle, elimize gün içerisinde defalarca kez masaj salonu kartı sıkıştıran oldu ve bu durum Lviv dışında tüm Ukrayna şehirlerinde karşılaştığımız bir hal aldı.Anlıyacağınız :) Lviv de dahil, Ukrayna'da her tür tatil bakış açına hitap eden alternatifler bulunmakta.


Lviv'de kaldığım 2 gün boyunca herhangi bir güvenlik problemi yaşamadım, aslına bakarsanız Ukraynalılar Türk turiste fazlasıyla alışmışlar.Fiyatlar bize nazaran çok ucuz olunca Lviv dahil tüm Ukrayna ciddi bir tatil alternatifi olmuş.Dikkatimi çeken ilginç bir ayrıntı ise sokakta yürüyerek sigara içen hiç kimseyle karşılaşmadım, sigara içen kişi en yakın çöp kutusunun yakınında sigarasını içiyor, yürüyerek sigara içmek şeklinde bir alışkanlık yok.

Hayat karmaşasında kısa duraklar bulmak, aslında herkesin aradığı şey olan huzuru farklılıklarda ve sadelikte yaşamak isterseniz, dar sokakları, meydanı, mimarisi ile Orta Avrupa kentlerinden farksız Lviv'e yolunuzu düşünmenizi tavsiye ederim.

İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR






25 Ağustos 2017 Cuma

NOVİ SAD



'Hayat ya cesur bir maceradır ya da hiçbir şey'
                                                                           Hellen KELLER

Bu yazıyı okurken, bu Balkan türküsünü dinlemenizi tavsiye ederim.


Bir gün iki kurbağa, bir süt küpünün içine düşmüşler.Kurtulmak için sıçramışlar, atlamışlar ama nafile; bir türlü küpten dışarı çıkamıyormuşlar.Yorulana kadar giriştikleri denemelerin sonucunda başka bir gerçeği daha anlamışlar.Küp, zıplayıp çıkmalarına imkân vermeyecek kadar yüksekmiş.Kurbağalardan biri ümitsizlik içinde haykırmış.

-'Mahvolduk!.Buradan çıkmamız mümkün değil! Bu küpün içinde ölüp gideceğiz'.
-'O kadar kolay pes etme bakalım' diye karşılık vermiş diğer kurbağa.Çıkmadık candan ümit kesilmez.
-Karamsar kurbağa acı bir kahkaha attıktan sonra şöyle demiş.'Neler sayıklıyorsun sen? Bari böylesi bir haldeyken hayal görmekten vazgeç'.
-'Ben hayal filan görmüyorum. Nasıl bilmiyorum, ama buradan kurtulacakmışız gibi bir his var içimde. Kendini koyuverme sakın'.

Ne yazık ki, karamsar kurbağanın ümitsizliği her geçen dakika daha çok artmış ve ümitsizliği arttıkça, bacaklarındaki güç ve kuvvet de azaldıkça azalmış ve en sonunda mücadeleyi bırakıp sütte yüzmekten vazgeçmiş. Bir iki dakika sonra da son nefesini vermiş.

Mücadele eden kurbağa ise arkadaşının bu kadar kolay vazgeçip ölmesine çok üzülmüş, fakat ümidini hiç yitirmemiş. Bir taraftan da sebebini bilmeden sütün içinde var gücüyle çırpınmış.Karanlıkta, yapayalnız, çaresiz, ama hiç ümitsizliğe düşmeden, çırpınmış, çırpınmış, çırpınmış. Bu hal dakikalarca devam etmiş. Bir ara çırpınırken ayaklarına bir şey çarpmış. Dönüp baktığında çırpındığı sütün tereyağına dönüştüğünü görmüş. Gözleri sevinçle parlamış, çünkü bu onun kurtuluş vesilesi olabilirmiş.Bu defa niçin yaptığını bilerek, bacaklarını yine çırpıp durmuş, Bir saat kadar sonra küpteki tereyağı o kadar büyümüş ki, onun üstüne basıp zıpladığı gibi küpün dışına atmış kendini ve direnişi sayesinde mücadeleyi kazanmış.Bu hayatta da böyle, ya olduğun gibi kalırsın ya da her seferinde farklılaşırsın.



Bazen anlık umutsuzluklar, geleceğe dair en ciddi kapıların açılması sebebi olabiliyor ve hayat yaşadığımız her saniye bizlere yeni dersler veriyor.Anlıyacağınız hayata dair yapmak istediklerimiz ve umutlarımız bitmediği sürece gezilerde bitmez ve her gezi yeni bir başlangıç olmaya devam eder.



2017 yılının Ağustos ayında Makedonya Üsküp üzerinden, şehirler arası otobüs ile Belgrad'a geçtim.Birkaç gün Belgrad'da kaldıktan sonra Belgrad otogarından Novi Sad'a geçtim.Üsküp - Belgrad arası otobüsle 8 saat sürüyor.Ben Nis Ekspres firması ile yolculuk yaptım, Balkanlarda otobüs firmalarından çok fazla bir beklenti içinde olmadığı için yolculuğum sorunsuz geçti, fakat bu bilgiyi aktarmam gerektiğini düşünüyorum, şöyle ki Nis Ekspres otobüsü Belgrad'a ulaşana kadar, bütün Sırbistan şehirlerine tek tek girdi, sağolsunlar sayelerinde Sırbistan'ın kenar köşe ne kadar kenti varsa görmüş oldum.



Belgrad - Novi Sad arası otobüsle 1,5 saat sürüyor.Otobüs bileti gidiş - geliş 20 TL tutuyor.İki şehir arasında hemen hemen her saat otobüs bulmak mümkün.Yolculuk boyunca Tuna nehri ve yeşillikler size eşlik ediyor.Dönüş otobüsünde Şaban filmi tarzı eski bir Sırp filmi koydular, benim dışında herkes gülerek keyifle izledi.Novi Sad otogarı ile tren istasyonu yan yana. Otogardan şehir merkezine 20-25 dakika yürüyerek ulaşabiliyorsunuz.
Şehir merkezine ulaştığınızda ise bütün film kopuyor.



Novi Sad, Sırbistan'ın 3. büyük kenti ve Voyvodina Özerk Bölgesinin başkenti.
Nüfusu 250 bin civarında.Macaristan sınırına yakın bir şehir.Kent mimari olarak, Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun etkisinde fazlaca kalmış bir yapıya sahip.
Sırbistan'ın ve Balkanlar'ın genelinde hakim olan Osmanlı ve Yugoslavya mimari alışkanlıklarının tam tersi, Avrupa mimari tarzı yapıları görüyorsunuz.


Belgrad'da hostel da tanıştığım Sırp arkadaşlarla veya kentte kafelerde, barlarda sohbet ettiğim insanlarda Novi Sad'a karşı farklı bir hayranlık olduğunu fark ettim.Sırplar için Novi Sad ülkenin en bohem, en havalı kenti durumunda.


Novi Sad'a her ne kadar Ağustos ayında, öğle saatinde perişan edici bir sıcakta ulaşmış olsam da, kentin merkezine ulaştığımda çektiğim bu eziyete değdiğini fark ettim.
Kent meydanına geldiğiniz dakika herhangi bir Avrupa şehrinde olduğunuzu düşünüyorsunuz. Meydanda büyük kulesi ile Katolik Kilisesi ve karşısında Novi Sad şehir müzesi bulunuyor. Meydan çevresi sağlı sollu küçük sokaklara açılıyor ve her sokak farklı bir kilise ve bina mimarisine ev sahipliği yapıyor.Meydan ve çevresi pek çok sayıdaki kafe, restoran ve barlarla çevrili durumda.


Meydanın devamında geniş bir alana yayılmış park bulunmakta ve parkın devamında Tuna nehri başlıyor.Tuna'nın karşısında ise tüm güzelliği ile Petrovadin Kalesi duruyor.Kaleye nehrin üzerindeki köprüden yürüyerek ulaşabiliyorsunuz.
Sırbistan gezimde ilk gün turist sever bir taksicinin uygulamasına takılıp, kısa mesafeye 16 euro para ödediğimden, gezimin geri kalan kısmında taksi kullanmayı tercih etmedim daha doğrusu yeni bir turist sever taksici arkadaşla karşılaşma korkusu ile bu işten uzak durdum :) Ayrıca Sırbistan'da toplu taşıma çok hesaplı.



Novi Sad'da Tuna nehri üzerindeki köprülerin tamamı, 1999 yılında Nato bombardımanı sırasında yerle bir olmuş, sonrasında tekrar inşa edilmişler.Köprüden 10 dakika yürüyüş ile nehrin karşı tarafına geçiyorsunuz, devamında çok dik olmayan kısa bir patikayı yürüdükten sonra Petrovadin Kalesine ulaşıyorsunuz.Kalenin içine giriş için sembolik bir ücret alıyorlar.
Kalenin teras kısmında, kafeler ve restoranlar bulunmakta.Kaleden Novi Sad'ı izlemek inanılmaz keyifli, manzaraya karşı verilen 1 saat mola tüm yorgunluğunuza değiyor.



Novi Sad özellikle havanın serinlemesi ile birlikte renklenmeye başlayan bir şehir, meydan kalabalıklaşıyor, tüm kafeler, barlar dolmaya başladıkça meydanı seyretmek daha keyifli olmaya başlıyor.
Küçük bir şehir olduğu için görülmesi gereken tarihi yerlerin hemen hepsi meydan ve çevresinde bulunduğu için kısa zamanda gezebilirsiniz.



Sırbistan genel olarak pahallı bir ülke olmadığı için, Novi Sad'da da fiyatlar gayet uygundu.Türkiye'de ortalama bir yerde yediğiniz yeme, içme ücretlerini ödüyorsunuz.
Şehrin merkezinde Maxi isimli büyük bir alış veriş merkezi bulunmakta, market fiyatlarını incelediğinizde tanıdıklara çikolata, şarap tarzı ufak tefek hediyelikleri gayet hesaplı fiyatlara alabiliyorsunuz.


Novi Sad'da öğle yemeğini Tuna nehri kıyısında bir restoranda yedim, tavuk snitzel, salata, pilav ve biraya 25TL'ye karşılık gelen Sırp Dinarı ödeme yaptım.
Balkanlar'da yemekten sonra müesseseden bedava çay ikramı yok, bilginiz olsun :) 


Sırbistan'a gelmişken meşhur biraları JAV veya JELEN'in tadına bakmanızı tavsiye derim.Bizim biralara göre çok daha hafif olduğu için şişkinlik yapmıyor.


Suyun olduğu her yerde hayat var, tüm medeniyetler su kenarında başlamış veya su ihtiyacı yeni uygarlıkların kurulmasına sebep olmuş, Tuna nehri kıyısında kurulmuş, biraz Avrupalı ve illa ki Yugoslav olan Novi Sad'da geçirdiğim 7 saat bana fazlasıyla yetti.Petrovadin Kalesinden Tuna'ya ve Novi Sad'a bakarken içtiğim soğuk biranın ve dinlediğim Sırp müziğinin verdiği mutluluğu hayat kum saatinde bir kenara koydum, hep bende saklı kalacak.Birgün yolunuzu düşürmenizi ve seyahat planlarınız arasına Novi Sad'ı eklemenizi tavsiye ederim.


22.yazımı yazmışım, yazmak konusunda bana sonuna kadar destek olan KİRMAN'a sonsuz teşekkür ediyorum.

İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR


6 Ocak 2017 Cuma

TİRAN

Deliler olmasaydı nasıl gülecektik.
                                          Arnavut Atasözü

Bu dünyada espiri olmasaydı, zekanın ürünü mizah olmasaydı, bizlerin makinelerden ne farkı kalırdı ki.Herkes hayata şartlarının gerektirdiği şekilde bakıyor veya bakmak zorunda kalıyor, bir süre sonrada o kalıplar içerisinde kendi rengini unutuyor, ruhunu kaybediyor. Hayat senden beklentilerim bitmediğine ve hala kendime göre deliliklerimde olduğuna göre sorun yok demektir.



Merhaba, 2015 yılı ağustos ayında Karadağ üzerinden geçerek sabah vakti Arnavutluğa giriş yaptık. Arnavutluk'un ikinci büyük kenti İşkodra'da kısa bir mola verdikten sonra, 2 saatlik bir yolculuktan sonra başkent Tiran'a ulaştık.



Arnavutluk  Enver Hoca döneminde uzun yıllar, dünyadan izole yaşayan, Sovyetler Birliğinin dünya tarih sahnesinden silinmesi ile birlikte yavaş yavaş dünyaya kapılarını açan küçük ve yalnız bir ülke. Tüm Balkan coğrafyasının iklimi ne yazık ki hep böyle.Savaşları, göçleri, yalnızlıkları, özlemleri yaşamış aynı coğrafyanın farklı dillere, dinlere sahip güzel insanları.




Şimdiye kadar Arnavutluk'a dair bilgim Elbesan tava ve Arnavut ciğerinden ve Arnavut kaldırımından öteye gitmediği için bu küçük ülke benim içinde farklı bir merak konusuydu.Başkent Tiran, 3 Milyon nüfusa sahip Arnavutluğun, 500 bin nüfuslu en büyük kenti.




Tiran kısa sürede gezilmesi kolay bir şehir.Şehrin merkezinde Ulusal Tarih Müzesi, Opera Binası, Ethem Bey Camisi, İskender Bey Meydanı ve Saat Kulesi bulunmakta.Şehrin meydanını ve bu meydanı kesen iki caddeyi turladığınızda Tiran'a dair görülmesi gereken ana noktaları tamamlamış bulunuyorsunuz.Ethem Bey Camisini ve Opera Binasını görmenizi tavsiye ederim.Bundan sonrası Tiran'da iyi vakit geçirmek için sizin tercihinize kalıyor.



Meydana yürüme mesafesinde, orta büyüklükte bir kompleks olan içerisinde restoranların ve kafelerin olduğu Taiwan isimli buluşma noktası bulunmaktadır.Taiwan'ın hemen karşısında Tiran'ın lüks restoran, kafe ve alış veriş dükkanlarının olduğu cadde yer almaktadır. Merkezi noktası ve ana caddesi dışında Tiran düzenli kentleşmenin olmadığı, görsel anlamda hoşluk sunmayan yapılara sahip bir kent.Bu yüzden fazla beklenti içinde olmadan kenti dolaşmanızda fayda var. Fiyatlar anlamında Arnavutluk gayet hesaplı bir ülke, Türkiye'den çok uygun fiyatlara yemek yiyebilir, bir şeyler içebilirsiniz.



Taiwan kompleksinin ilerisinde üzeri grafitilerle boyanmış, Enver Hoca'nın kızı tarafından müze olarak tasarlanmış, Piramit şeklinde TV yayın binası bulunmakta.Benim için çok bir özelliği olmadığı için fazla üstünde durmadım ama belki sizlerin ilgisini çekebilir.




Tiran küçük bir başkent, merkezi noktası dışında gezilecek fazla alternatife sahip olmayan bir şehir, bu yüzden kenti kısa sürede gezmiş olmanın verdiği keyif ile kendimi yemek, tatlı, içecek ve dinlenme dörtlüsünün kollarına teslim ettim.



Arnavutluğa, başkent Tiran'a yolunu düşüren herkese şiddetle tavsiye etmek istediğim en önemli şey tabiki meşhur tatlıları Trileçe'dir.Trileçe sütten ve bayat ekmekten yapılan, yemesi hafif, çok lezzetli bir tatlı.Belki bir daha yolunuz Arnavutluk'a düşmeyebilir, ama önünüze ne zaman Trileçe tatlısı gelirse, ben bunu yerinde yedim deme fırsatına sahip olursunuz.  :) 



İskender Bey'in, Enver Hoca'nın kenti, küçük ve yalnız başkent Tiran'a dair aktarmak istediklerim bu kadar. Günün birinde Tiran'a bir şekilde yolunuz düşerse Balkan coğrafyasının farklılıklarını ve güzelliklerini  Arnavutluk bakışı ile görmeniz dileğiyle.

Hayatlarımızın, umutlarımızın, hayal kırıklıklarımızın Trileçe tadında olması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR




16 Eylül 2016 Cuma

OHRİD

Hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamadın demektir. (Anton Çehov)


Espiri, Türkçe sözlük anlamı güldürürken düşündüren söz. Çehov'un dediği gibi hayat anlamlı zamanlardan oluşan bir bütün, peki ne yada neler bir ömürde anlam ifade eder,edebilmeli...Size mana ifade eden şeyler nelerdir hiç düşündünüz mü? Beklentilerimiz nelerdir? Ya da sizi ne mutlu eder? Hayat kısa ve yorucu fakat bir o kadar da güzel.Bence cevap günün birinde geriye baktığınızda katedilen mesafelerde, kendinizi iyi hissettiğiniz zamanlarda gizli.

Bu yazıyı okurken, bu Rumeli türküsünü dinlemenizi tavsiye derim.


2015 yılı Ağustos ayı Balkanlar gezime devam ediyoruz.Karadağ üzerinden Makedonya'nın turistik kenti Ohrid'e ulaştık.Ohrid adını aldığı Ohri gölü kenarında kurulmuş, Unesco Dünya mirası listesinde yer alan, dünya incisi bir şehir.Kışın nüfusu 50 bin civarında olup, yazın  başta civar Balkan ülkelerinden olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinden gelenlerle 3-4 katı nüfusa ulaşan, günümüzde özgünlüğünü koruyabilmiş bir şehir.


Ohrid Arnavut, Makedon ve Türk nüfusun birlikte yaşadığı kozmopolit bir şehir.Kenti yürüyerek birkaç saatte rahatlıkla gezebilirisiniz.Kentin içinde çok sayıda kilise bulunmakta olup, günümüzde şehrin tarihi yapıları aslına uygun şekilde restore edilmekte.Kenti göl ve çevresi ile bir bütün halinde görmek isterseniz yukarı tepelere doğru çıkmanızı ve amfi tiyatro çevresini görmenizi tavsiye ederim.Ohrid mimarisi anlamında geçmişin fazlasıyla koruyabilmiş  huzur verici şirin bir şehir.


Ohri gölü çevresinde pek çok otel ve tesisler bulunmakta olup, yüzme, şezlong, bol dinlenme, doğal güzellik içeren bir tatil arayışında iseniz tavsiye edilebilecek tatil bölgesi.


Kent otel fiyatları ve şehrin merkez ve civarı toplu taşıma fiyatları anlamında hesaplı.Her bütçeye uygun konaklama ve yeme-içme imkanları bulunmakta.Düzgün bir lokantada 15-20 TL ye karşılık gelen fiyatlarla Balkanların klasiği olan köftenizi yiyebilir ve içkinizi içebilirsiniz.İçkiden kastım Makedonya'nın meşhur birası Skopsko 3-4 TL karşılığı fiyatlar ile satılmakta.




Akşamları Ohrid merkezde buluna pek çok tavernada canlı Makedon müzikleri dinleyebilir ve gayet hesaplı fiyatlarla vakit geçirebilirsiniz.Türkiye'de Ege veya Akdeniz sahil kentlerinde yapacağınız 1 haftalık deniz tatilinin üçte biri fiyatları ile Ohrid'de aynı tatili yapmanız mümkün.Makedonya, Türkiye'den vize istemediği için, pasaportunuz ile Ohrid'e gelmeniz yeterli. Anlayacağınız gereksiz vize parası ödeme gibi bir sıkıntınızda bulunmamakta.


Ohrid, incileri ile ünlü bir şehir, kentin küçük şirin çarşısında inciden yapılmış aksesuarların satıldığı dükkanlar mevcut.Her bütçeye uygun fiyatlarda inciler alma imkanınız mevcut.


Ohrid'e kadar gelmişken mutlaka Saint Naum Manastırını görmenizi tavsiye derim.Ohri şehir merkezine 30 km mesafede yer alan manastır, gerek tarihi değeri gerekse de göl kıyısında olmasından dolayı doğal güzellikleri anlamında görülmesi gereken bir yer.Manastırın bulunduğu alanda lokantalar, yüzme, dinlenme, ve güneşlenme için şezloglar bulunmakta olup, hem tarihi hem de görsel güzellikleri barındıran bir alan.



Ohri gölünü ve çevresini tekne ile gezmeniz de mümkün, 10 Euro'ya karşılık gelen fiyatlarla tekne turları yapılmakta olup, bu sayede gölün tüm görsel güzelliklerini, Arnavutluk'a ait kıyılarını da görme fırsatına da sahip oluyorsunuz.



Belirtmiş olduğum gibi her bütçeye uygun gayet hesaplı konaklama imkanlarına sahip Ohrid'de Türkiye'den çok hesaplı fiyatlarla hem tarih hem de yüzme ve eğlence tatili yapma imkanına sahipsiniz.


Kiliseleri ve camileri ile, göl kıyısı doğal güzellikleri ile, yeşilin ve mavinin her tonu ile, eski dokusunu korumuş evleri ve hesaplı fiyatları ile kısa süreli dinlendirici huzur tatilinin tavsiye edilebilecek adreslerinden birisi Ohrid.Yolunuzu bu dünya incisi şirin kente düşürmenizi tavsiye ederim.


Bir yaz akşamı Ohri gölünden gelen hafif bir rüzgar ile içiniz ürperirken, civar tavernalardan gelen Makedon müzikleri kulağınızda yer edinirken, ağzınızda Skopsko biranızı yeni yudumlamanın verdiği tat kalmışken ve akşam vakti Ohrid şehrinin silüeti göle düşmüşken, cennetten parça bir yerlerdeyim diye düşünmeye başladığınız an Ohrid'e gelmişsiniz demektir.

İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR